ANTİK MISIRIN ÖLÜM SONRASI HİZMETKARLARI

Resim
 Hepinize merhabalar sevgili Kırmızı Defter okuyucuları. Kırmızı Defterin bu sayfasında "Ölümden sonra ki hizmetkarları" tabi ki Mısır uygarlığına göre  inceleyeceğiz. Dilerseniz başlayalım... Ey Ushabti, eğer çağrılırsan veya ölüler diyarında yapılması gereken herhangi bir işi yapmak için görevlendirilirsen ‘İşte buradayım’ diyeceksin. Antik Mısır hükümdarlarının ölümlerinden sonra hizmetkarlarının kurban edilerek onlarla birlikte gömülmesi, yaygın ama gerçeği tam olarak yansıtmayan bir bilgidir. Bu eksik ve hatalı bilginin popülerliğini Hollywood etkisi olarak açıklayabiliriz sanırım. Mısır bilimciler, Birinci Sülale döneminde hizmetkarların gömülmesi gibi bir uygulamaya dair spekülasyonlar bulunduğu ancak o zaman dahi bunun istisnai bir işlem olduğu konusunda hemfikirler. Ancak Mısır inanışlarında zengin ve önemli insanlara öte dünyada hizmet edilebilmesi için daha ilgi çekici başka bir yol var; hizmetkar heykelcik Ushabti. Eğer dünyanın çeşitli müzelerini gezme fırsatınız

MÜCEVHER

 Hepinize merhabalar sevgili Kırmızı Defter okuyucuları. Kırmızı Defter'in bu sayfasında sizlere her kadının vazgeçilmez noktası olan mücevherlerin Osmanlı da ki halinden bahsedeceğiz dilerseniz başlayalım.

Osmanlı'da mücevher kullanımı son derece geniş bir alana yayılır. Elbette en görkemli mücevher takılar ve mücevher eşyalar padişahlar için hazırlananlardır, ancak saray kadınları ve devlet erkanı da mücevherden vazgeçemeyenlerin başında gelirler.Toplumun her kesiminde geçerli olan ve günümüzde de süren, düğünlerde altın ve mücevher armağan edilmesi geleneği ise mücevher üretimini az ya da çok destekleyen unsurlardandır. 

Osmanlı kuyumcusu, bir nakkaş gibi ince çalışarak, tasarımını taşın biçimine az müdahale yapmaya, tasarımını taşın biçimine uydurmaya özen göstererek, bir imparatorluk sentezi olan Osmanlı ruhunu yansıtan, natüralist ağırlıklı yapıtlar vermiştir. Osmanlı Devleti'nin gücü artıp, sınırları genişledikçe mücevherde kullanılacak değerli taşlar ve maden giderek daha kolay sağlanır olmuş, genişleyen topraklardan Osmanlı başkentine hünerlerini sergilemek üzere getirilen, örneğin Horasan'dan, Tebriz'den, ya da Bosna'dan; Balkanlar'ın değişik bölgelerinden veya Rus sınırlarından, Gürcü ve Çerkes bölgelerinden gelen kuyumcu ustalarının da katılımıyla mücevher üretimi giderek çeşitlenmiş ve zenginleştirilmiştir(1). Osmanlı mücevherinde kakma, çalma, oyma, savat(niello), telkari(filigran), hasır, mıhlama gibi teknikler kullanılmıştır.

Osmanlı mücevherinin çeşitlenmesi kadar biçimlenmesi de, herşeyden önce Saray'ın yaşam tarzı ve beğenisiyle; devletin durumuyla paraleldir. Padişahların yüceliğini vurgulamak amacıyla hazırlanan tasarımlarda yer yer çok iri, çok gösterişli elmas, zümrüt, yakut ya da inciler kullanılmasına rağmen, tasarımcı belli bir duruluk ritmini yakalayabilmiş; parlak taşlarla ile değerli madenleri Osmanlı beğenisinde bütünleştirmiştir. Osmanlı mücevheri, Saray beğenisi ve gereksinimleri temel alınarak tasarlanmıştır, bunun yanı sıra siyasal ve kültürel ilişkilerin sonucunda ortaya çıkan yeni eğilimler de benimsenmiştir. Özellikle Batı etkilerinin kendini göstermeye başladığı 18.yüzyıldan itibaren abartılı irilikte takıların çoğaldığı görülür.

Normal0falsefalsefalseEN-USJAX-NONE                     <w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"LatentStyleCount="276"><w:LsdE…

Murassa yeşim kutu, Topkapı Sarayı Müzesi 2/2085, 16. yüzyılın ikinci yarısı 

Pek çok Osmanlı mücevherinin, özellikle de takıların günümüze ulaşmama nedeni, mücevherin yüzyıllardır değişmez kaderinin sonucudur; mücevherler yüzyıllar boyunca kah farklı gereksinimleri karşılamak üzere bozdurularak paraya çevrilmiş kah mücevher modasının değişmesiyle yeni modaya uymak amacıyla değişime uğramıştır; günümüzde ise bu eğilimin azalarak da olsa sürdüğü söylenebilir.Hazinedeki mücevherlerin, yüzyıllar süresince artması, eksilmesi ve değişime uğraması kaçınılmazdır.Hazinedeki değerli madenler , gerektiğinde bozdurularak devletin hizmetinde kullanılmıştır.

Normal
0




false
false
false

EN-US
JA
X-NONE

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
<w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="276">
<w:LsdE…

Zümrütlü necef askı, Topkapı Sarayı Müzesi 2/469, 18. yüzyıl

Sultan I.Selim, şu anda Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Seksiyonu'ndaki ilk vitrinde sergilenmekte olan mührünün Osmanlı Hazinesi'ni mühürlemekte kullanılmasını kesin bir dille vasiyet etmişti:"Benim altunla doldurduğum hazineyi bundan sonra gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illa benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun!"

Osmanlı mücevher kültüründe takılar giyimin vazgeçilmez tamamlayıcısıdır. Osmanlı minyatürlerinde ve Osmanlı'yı betimleyen tablolardaki figürler bu konudaki önemli görsel belgelerdir.Arşiv belgeleri üzerinde yapılan çalışmalarda da mücevher takılarla kemerlerin, murassa(değerli taşlarla bezeli) düğmelerin ve bazı değerli giysi parçalarının birlikte kaydedilmiş olduğu görülür. 

Arşiv belgeleri arasında bulunan bazı mücevherat defterlerinde yer alan kayıtlar , gerek ne gibi değerli taşların, takıların ve mücevher eşyaların bulunduğunu sergilemesi açısından, gerekse Osmanlı mücevher geleneğinde kullanılmış olan terimler ve kayıt düzeni açısından aydınlatıcı niteliktedir. Örneğin Topkapı Sarayı Arşivi'nde bulunan 1144-47 (1731-34) tarihli bir mücevherat defterinde(4) yüzük, küpe, iğne gibi takıların yanı sıra murassa düğmelere de geniş yer verildiği görülür; düğmelerin bir kısmı yüz otuzlu, yüz kırklı takımlar halindedir, mücevherlerde kullanılan taşların niteliği ve durumu da titizlikle belirtilmiştir. 

Osmanlı geleneğinde kuyumculuk, padişahlar tarafından sevilmiş ve desteklenmiş bir sanat dalı olarak dikkat çeker; tüm sanat dallarının zirveye ulaştığı 16.yüzyılda gerek takılarda gerekse mücevher eşyalarda başyapıtların üretildiği görülür. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatının ilk döneminde, padişahın hem kendi görünümüyle, hem de çevresiyle ilgili benzersiz ihtişam arzusu, mücevhere büyük önem verilmesini ve mücevher eşyaların Osmanlı geleneğine yerleşmesini sağlamıştır, bunda Kanuni'nin gençliğinde kuyumculuk eğitimi almış olmasının yanı sıra, ünlü sadrazamı İbrahim Paşa'nın sanatsal beğenisinin de etkili olduğu açıktır(5).İhtişamdan hoşlanan Kanuni Sultan Süleyman için 1532 yılında Venedikli Kuyumcu Caorlini Ailesi tarafından değerli taşlarla bezeli, taç biçiminde bir miğfer hazırladığı, bu miğfere 100.000 duka değer biçildiği bilinmektedir.  Osmanlı Sarayı'nın atölyelerinde görevli olan , ehl-i hiref olarak adlandırılan Kapıkulu halkından maaşlı sanatçılar geleneğe göre bayramlarda padişaha armağanlar sunardı. Bunların arasındaki kuyumcu ustalarının hazırladığı armağanlar murassa ayna, minekarı veya murassa altın düğme takımı ,altın at pazubendi, zernişan murassa levha, murassa altın bendli bıçak, murassa sergi, altın bıçak, sapı balık dişinden veya abanoz ağacından zernişanlı murassa tarak, altın pazubend, altın yüzük, zihgir (ok atma yüzüğü)  gibi yapıtlardı, bunlara karşılık iki-üç bin akçe ve kaftanlarla ödüllendirilirlerdi. Mücevherler, saray atölyelerinin yanı sıra saray dışındaki atölyelerde de üretiliyordu; ayrıca Osmanlı pazarı için hazırlanmış olan Avrupa yapımı takıların ithaliyle de Osmanlı mücevherinin çeşitlendiği söylenebilir.

Osmanlı takıları sorguç, istefan(hotoz) , zülüflük, enselik, saç bağı, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, bilezik, yüzük, zehgir, mühür, halhal, pazubent, düğme, çaprast, zincir, saat, köstek, kemer, kemer tokası olarak sıralanabilir. Kur'an kabı, kılıç, hançer, bıçak, gürz, tüfek, tesbih, bardak, matara, kase, şerbetlik, maşrapa, zarf, kutu, sandık, rahle, şamdan, buhurdan, gülabdan, kaşık, nargile, yazı takımı, yelpaze, ayna, tarak, askı, kamçı, sadak, Kabe hediyeleri gibi küçük boyutlu eşyalarda ve saraya ait taht,beşik, örtü, kaftan, zırh, pabuç, çizme, at koşum takımı gibi büyük boyutlu eşyalarda da mücevhere sıkça rastlanır. Sorguç denince ilk akla gelen padişahın gösterişli sorguçlarıdır, ancak bu takı saray kadınları tarafından da kullanılan bir takıdır.Törenlerde atların da alnı sorguçlarla süslenmiştir. Sorguç, padişahın kendine bağlı bir hükümdarı, başarılı bir vezirini ya da komutanını ödüllendirmek üzere verdiği değerli armağanlardan biridir. Ancak padişahın sorguçları, kullanılan taşların kalitesi ve görkemiyle diğerlerinden farklıdır. Bir güç simgesi halinde sarığın ya da başörtüsünün üzerine takılan bitkisel veya damla biçimli sorguçların yükseklikleri, üzerine takılan balıkçıl, huma kuşu veya tavus kuşu tüyleriyle de artırılırdı. Abartılı irilikteki sorguçların 18. yüzyıldan itibaren, dönemin beğenisine uyarak çoğaldığı görülür. Osmanlı mücevher geleneğinde en ağırlıklı yere baş takıların sahip olduğu söylenebilir. 

Ay ve yıldız, lale, gül, kabak çiçeği, menekşe, çiçek buketleri, dallar, kuş, kelebek, arı gibi doğa motifleri, broşlarda sıkça görülen motiflerdir. Küçük mücevher çiçekler, yalnızca başa veya giysinin üzerine değil, ince saç örgülerinin arasına da iliştirilmiş, böylece görünümün tümünde hareketli pırıltılar sağlanmıştır. Bunların yanı sıra taşlarla bezeli ya da incilerle örülmüş tepelikler, uzun saçların üzerinden bele doğru salınan enselikler ile alın üzerine ya da yüzün iki yanına sarkıtılan mücevher zülüflükler, Osmanlı saray kadınının baş süslerindendir. Başlıkların üzerine takılan, "istefan" denen taç biçimli takının kökeni, "çelek taşıyan" anlamına gelen Helenistik takı "stefaneforos" un olduğu kadar, Asya baş süsü geleneğinin de çeşitlenerek sürdürülmesi olarak yorumlanabilir.

Bir kadın takısı olan küpenin, az da olsa erkekler tarafından da kullanıldığı da görülmüştür. Kadın boynunun güzelliğini vurgulamak üzere tasarlanan damla biçimli incilerden, ya da zümrüt, yakut, elmas gibi taşlardan oluşan sallantılı küpeler, Osmanlı takı geleneğinde önemli yer tutar. Çift sallantılı küpeler "pay-ı çift", üç sallantılılar "üç ayaklı" olarak tanımlanır. Ortası elmaslı veya mineli, çevresi açılmış bir çiçeğin taç yaprakları benzeri dizilmiş, fasulye biçiminde, dolgun bir oval olarak kesilmiş veya doğal damla biçimli inci, lala, firuze, yakut veya zümrüt sallantılı küpeler, bu takı türünün gösterişli örneklerindendir. Yalın, çoğunlukla küçük inci sallantılı küpeler de, özellikle sıradan saray kadınları ve halk tarafından çok kullanılmıştır.
Bir sonra ki yazıda görüşmek üzere KIRMIZI DEFTER de kalın.

















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞEKERLEME

ANTİK MISIRIN ÖLÜM SONRASI HİZMETKARLARI

BALBAL