YEDİ İKLİMİN SULTANININ AŞKI
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Herkese merhaba sevgili kırmızı defter okuyucuları. Kırmızı defterin bu sayfasında sizler ile " Osamanlı döneminin en büyük aşkı" hakkında konuşacağız. Dilerseniz başlayalım...
Yıl 1520. Yavuz Sultan Selim’in tek oğlu Süleyman babasının vefatı üzerine herhangi bir zorlukla karşılaşmadan tahta oturur. Babası kılıç ve barutla imparatorluğu doğunun tek hâkimi haline getirmişti. Önce Safeviler sonra da Memlükler karşısında sadece 8 yıl içerisinde 3 büyük muharebeyle düşmanlarını dize getirmiş doğu Anadolu’yu, Levant’ı, Filistin’i, Mısır’ı ve kutsal toprakları fethetmişti. Süleyman’ın elinde ağzına kadar dolu bir hazine ve korkunç bir savaş makinesi, önündeyse fethedilmeyi bekleyen bir dünya vardı. Ancak agresif karakteriyle bilinen babasının aksine Süleyman son derece sakin uysal bir yapıya sahipti. Öylesine uysal bir yapısı vardı ki “Aslan öldü yerine kuzu geldi” lafı Avrupa saraylarında söylenecektir. Aslan mı yoksa kuzu mu olduğunu göstermesi de pek gecikmeyecekti.
Aşağı yukarı bu zamanlarda Karadeniz’in karşı kıyısında bambaşka bir dünyada bambaşka bir hikaye yaşanmaktaydı. Tam olarak bilinemese de söylence odur ki, Tatarlar yine Dinyeper Nehri kıyısında bir kasabayı basmış, papazın kızı Aleksandra’yı da kaçırmıştı. Aleksandra, etnik kökenini tam olarak bilemesek de Slavdı. Venedik elçisinin deyimiyle “non bella ma grassida”, yani güzel olmayan fakat çekici bir kızdı. Yine tam olarak bilemesek de rivayet odur ki İbrahim Paşa tarafından Süleyman’a hediye edilmişti. Bu zeki, güler yüzlü, şen şakrak, hayat dolu kızın sultanın dikkatini çekmesi de gecikmedi. Çok kısa bir süre içerisinde Süleyman bu köylü kızına deli divane aşık olmuştu. Gözü ondan başkasını görmüyordu. Aleksandra’nın aşkı sultanı ele geçirmişti. Bazı geceler Aleksandra Sultana anavatanının ezgilerini çalıyor, o çaldıkça Süleyman eriyor, aşktan başka bir şey hissetmez hale geliyordu. Süleyman büyülenmişti.
Süleyman Aleksandra’ya Farsçada güler yüzlü neşeli anlamına gelen “Hürrem” adını verdi. Süleyman’ın Hürrem’e duyduğu eşine az rastlanır düşkünlük de sonuç vermekte gecikmedi. Hürrem 1521’de Mehmet’i, 1522’de Mihrimah’ı, 1523’te Abdullah’ı, 1524’te Selim’i, 1525’de de Bayezid’i doğurdu. Abdullah doğduktan 3 yıl sonda hayatını kaybetti. Süleyman Hürrem’den uzak kalamıyor, Hürrem de sultanına ardı ardına evlatlar veriyordu. Ancak tabii bu sonsuza kadar böyle devam edemezdi.
16. yüzyıl kıta Avrupası’nda damgasını vurmuş güç mücadelesi Fransa ve Habsburg’lar arasındaydı Fransa tarihin hemen her döneminde olduğu gibi güçlü bir ekonomiye ve orduya sahip olsa da etrafı sarılmış bir haldeydi. İngilizlere karşı sıkıştıklarında İskoçlarla ittifak kurmak geleneksel bir politikaydı. Habsburg’lara karşı da Osmanlılarla ittifak kurmak pragmatik açıdan son derece makul olsa da Müslümanlarla ittifak kurmak çok büyük bir tabuydu. Ama tarih Kral François’ya seçim hakkı tanımadı. Kral Pavia’da esir düştü ve tarafların pek meşhur mektuplaşmaları sonucu Osmanlı-Fransa ittifakına giden yol açıldı.
Osmanlı ile son derece gergin iliskilere sahip Macaristan Krallığı hem Osmanlı ile Habsburglar arasında bir tampon bölge niteliği taşıyor hem de Şarlken ile Macar Kralı Layoş arasında aile bağları bulunuyordu. Süleyman’ın çoktandır aklında olan Macaristan’in ortadan kaldırılmasının vakti gelmişti. 1526 yazında Mohaç ovasında Osmanlı ve Macar orduları karşı karşıya geldi. 2 saatin sonunda Macaristan Krallığı diye bir şey artık yoktu. Süleyman muhteşem bir zafer kazanmıştı.
Tüm bu meşgale içerisinde dahi Hürrem bir an olsun Süleyman’ın aklından çıkmamıştı. Süleyman Hürrem’e sürekli hediyeler gönderiyor sadece bir sultan değil bir şair olduğunu da hissettirmeyi unutturmuyor Hürrem de aşkını kelimelere döküp mektuplar yolluyor, hasretin yaktığı gönüllerine böylece bir nebze olsun su serpebiliyorlardı.
1529’da Süleyman bu sefer gözüne çok daha büyük bir hedefi kestirdi: Viyana. Viyana Habsburg imparatorluğunun en önemli merkeziydi. Sultan daha önce “beyaz şehir” diye bilinen Belgrad’ı fethetmiş, Budin’e girmişti ancak Viyana Viyana’ydı. Başarabilirse Avrupa içlerine daha da girmek için müthiş bir zıplama tahtasına sahip olacak Habsburg’lara ağır bir darbe indirmiş olacaktı. Fakat başaramadı. Süleyman’ın gücü Viyana’ya yetmemişti. Babasından devraldığı mirası çok daha ötesine taşımış ama bir sonraki adımı atamamıştı. Süleyman hiç bozuntuya vermedi. Bir mağlubiyet yokmuş gibi davrandı. Ordusu da İstanbul’da muzaffer gibi karşılandı. Süleyman da hiç değilse Hürrem’inin kollarına geri dönmüş oldu. 1531 yılında son çocukları olan Cihangir dünyaya geldi.
Hürrem Süleyman’dan çocuk doğurmuş ilk kadın değildi. Süleyman’ın ilk oğlu Mustafa’nın annesi Mahidevran vardı. Süleyman’ı Hürrem’e kaptıran ve geri almasının da mümkün olmadığını her geçen gün biraz daha hisseden Mahidevran’ın artık dayanacak gücü kalmamıştır. Ağır hakaretler eşliğinde Hürrem’e saldıran Mahidevran erkeğini, sultanını elinden alan “rus karısının” saçlarını yolar yüzünü tırmalar. Olayın akşamı Süleyman Hürrem’i ister. Hürrem’in gelmeyi reddetmesi üzerine meraklanır ve ısrar eder. Hürrem de olağanca perişanlığı ve gözyaşları içerisinde kendisini sultanın odasına atıp Mahidevran’ın kendisine yaptıklarını anlatır. Süleyman’ın okşamaya kıyamadığı saçlar yolunmuş her bir detayını ezberlediği yüz yaralar içerisindedir. Süleyman derhal Mahidevran’ı çağırtır. Mahidevran az bile yaptım diyince öfkeden deliye dönen Sultan Mahidevran’ı oğlunun yanına Manisa’ya gönderir. Artık Hürrem’den başkası yoktur.
Hürrem’in bir cariye olmadığı fazlasıyla açıktır. Süleyman ile aralarında yalnızca aşkla açıklanabilecek bir bağ vardır. Saraya başka cariyeler geldiğinde Hürrem kıskançlıktan kıyameti koparıyor Süleyman’da Hürrem’e boyun eğiyordu. Pek geçmeden Hürrem “cariye” sıfatından kurtulur. Süleyman müthiş bir şölenle Hürrem’le nikahlanır. Bir padişahın bir cariyeyle nikahlanması eşsiz bir olaydır.
Süleyman’ın Vezir-i Âzam’ı İbrahim Paşa, Şehzade Mustafa’yla olan iyi ilişkileri sebebiyle Hürrem için doğal bir düşmandı. İbrahim Paşa çok yetenekli bir devlet adamı olsa da zaman zaman haddini aşan işlerde bulunuyordu, hakkında da epeyce nahoş söylentiler çıkmıştı. Safeviler’e karşı çıkılan seferde ordunun başındayken kendisi için “Sultan” unvanını kullanması da kabul edilebilir cinsten bir hareket değildi. Süleyman’ın aklından neler geçti bilemeyiz. Ama o akılda İbrahim Paşa’dan zerrece hazzetmeyen Hürrem’in kuvvetli bir etkiye sahip olduğunu biliyoruz. 1536’da 14 Mart’ı 15’ine bağlayan gece İbrahim Paşa Sultanın emriyle boğduruldu.
Süleyman hükümdarlığı boyunca çok büyük zaferler kazanmış pek çok yeri fethetmiş içeride de adaleti önceleyen politikalarıyla halkta büyük bir sevgi ve saygı uyandırmıştı. Ama ellili yaşlarına geldiğinde zamanın ne kadar acımasız bir şey olduğunu iliklerine kadar hissedecekti. Şehzade Mehmet genç yaşta vefat etmişti. Süleyman’ın üçü Hürrem’den biri de Mahidevran’dan olmak üzere 4 şehzadesi vardı. Hürrem’den olanlardan Selim “sarhoş” namıyla biliniyor pek kimsece de sevmiyordu. Bayezid dikkat çeken bir profil değildi. Cihangir ise kişilik olarak çok methedilmesine rağmen sakattı ve tahta geçme şansı yoktu. Öte yandan Mahidevran’dan olan cesaret ve cömertliğiyle bilinen Mustafa’ya yönelik hem Yeniçerilerden hem de halktan müthiş bir sevgi seli vardı. Herkes babasının ardından onun tahta geçmesini isterken bu iş için sultanın ölümünü bekleyemeyecek kadar sabırsız olanların olduğu korkusu Süleyman’ın aklını rahat bırakmıyordu. Dedesi II. Bayezid babası Yavuz Sultan Selim tarafından indirilmiş ve şüpheli bir şekilde ölmüştü. Sultan Süleyman’ın dedesinin akıbetini paylaşmaya hiç niyeti yoktu.
Hürrem tahta kendi oğullarından birinin geçmesini istediğinden Mustafa ile doğal düşmanlardı. Kızını evlendirdiği Rüstem Paşa’yla beraber Mustafa aleyhinde ellerinden geleni ardlarına koymadan çalışıyorlardı. En nihayetinde çabaları sonuç verdi. Sultan Süleyman, paranoyalarına yenik düşüp oğluna kıydı. Halk ve Yeniçerilerin koca sultana tepki verecek gücü yoktu ama Hürrem’e duyulan nefret adeta elle tutulur bir yoğunluğa ulaşmıştı. Onlara göre Rus cadısı, Sultanı büyü ve yalanlarıyla evlat katili yapmıştı. Mazlum şehzade Mustafa’nın ardından çok ağıtlar yakıldı çok gözyaşı döküldü.
Süleyman uzun bir hayat yaşadı. Çok yaşayanlar çok felaket görürler sözünü de doğrular acılar çekti. Zaferden zafere koşturduğu askerlerinin, biricik oğlunun, “dostu” İbrahim’in “ihanetlerini” gördü. 1558’de çıktıkları Edirne gezisinde zaten bir süredir ağrıları olan Hürrem’in durumu ağırlaştı. Hekimlerin çabaları da dualar da fayda etmedi. Dünyanın en güçlü adamı çaresizce; delice sevdiği, uğruna dünyaları yakacağı kadının ölümünü seyretti. Sultanı, hayatı, uğruna yaşadığı, miski, sevinci, sırdaşı dünyası kolları arasında can verdi. Her şeyin sahibi olan adam bir nefesle her şeyini kaybetti. 1566’da Süleyman’ın hasta olmasına rağmen “ben daha ölmedim” demek için çıktığı Zigetvar seferinde durumu ağırlaştı. Padişah 71 yaşındaydı. Artık onun zamanından da pek bir şey kalmamıştı. İbrahim, Mustafa, Hürrem, Abdullah, Mehmet, Cihangir, Francois ve Şarlken hepsi terk-i diyar eylemişlerdi. 6 Eylül’ü 7’sine bağlayan gece Bağdat ve Belgrad’ın fatihi, Mohaç ve Tebriz muzafferi üç kıta ve 7 iklimin sultanı “Muhteşem Süleyman”, ardında koca bir imparatorluk ve tarihe geçen bir aşk bırakarak son nefesini verdi.
“Omnia vincit amor nos cedamus amori”
“Aşk her şeyi fetheder aşka teslim olalım“
Yorumlar
Yorum Gönder